İstanbul - Birmingham: İki Şehrin ‘Sakatlığa Bakış’ Hikâyesi

Sakat Muhabbet
-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, İngiltere - Birmingham'da yaşayan akrabası Hakan Akkuş ile sakatlar açısından yaşadığı şehir ile İstanbul arasındaki farklılıklar hakkında bilgi alıyor.

""
İstanbul - Birmingham: İki Şehrin ‘Sakatlığa Bakış’ Hikâyesi
 

İstanbul - Birmingham: İki Şehrin ‘Sakatlığa Bakış’ Hikâyesi

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 18 Eylül 2024 Çarşamba. Bu haftaki programımızı destekleyen İdil Yıldırım Arı’ya teşekkür ederek başlamak istiyorum programa. Sakat Muhabbet’in bu hafta ile birlikte 58. bölüme ulaşan Açık Radyo yolculuğunda daha önce iki defa Türkiye ve başka ülkelerle sakatlığa bakış ve yaklaşımına dair kıyaslamasını yapmıştık - Eylül 2023'de, tam bir sene önce sosyal medyada o dönem yayınlanan bir fotoğraf üzerinden. Fotoğrafta bir genç kadın, kucağında da bir çocuk vardı ve ikisinin de kolları bacakları amputeydi ve bu fotoğrafla ilgili Türkiye kamuoyu sosyal medya üzerinden hakaretler, hatta küfürler edilmişti o hanımefendiye çocuk ondanmış sanılıp - oladabilir bu arada - nasıl sen doğurursun gibisinden. Sonra ben de araştırmıştım o fotoğrafın aslını ve fotoğrafın menşei Brezilya idi. Aynı fotoğrafa Brezilya’daki yorumlara da çevirerek bakmıştım ve orada bambaşka bir algı vardı - hiç hakaret yoktu ve destekleyici algılar vardı. Ben de 2023 Eylül'ünde ‘Sakatlık algısı: Brezilya vs. Türkiye’ başlığı altında buna eğilmiştim. Ardından Mayıs 2024'de İstanbul'dan Almanya’ya, Karlsruhe’ye taşınan bir akademisyen arkadaşım Zeynep Şölen Yıldız’ı konuk almıştım. Zeynep de Almanya'daki uygulamaları, yaklaşımı Türkiye'nin kıyaslamasıyla bize anlatmıştı. O bölüm başlığı da ‘İstanbul'dan Karlsruhe’ye bir taşınma öyküsü’ idi. Bu hafta ise konuğum İngiltere'den. Benim de çok yakın akrabam, amcamın oğlu Hakan Akkuş. Kendisi Birminhgam'da yaşıyor. Hakan, Sakat Muhabbet’e hoş geldin kardeşim. Nasılsın, iyi misin?

Hakan Akkuş: Hoş bulduk abi. İyiyim çok şükür. Sen nasılsın?

A.T.A.: Bizler de iyiyiz. Seni de iyi gördüm. Nasıl gidiyor İngiltere macerası? İki sene oldu galiba değil mi senin İngiltere'de?

H.A.: Aynen öyle. İki seneyi bitirdik, üçüncü yıla başladık artık. Güzel, şu ana kadar gayet iyi ve inşallah bundan sonra da aynı şekilde devam edecek.

A.T.A.:Sakat Muhabbet’i dinlediğini biliyorum. İlk sorumuzu da biliyorsun ki hep sabit sorum zaten - Hakan Akkuş kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır ve bir sakatlığın bulunuyor ise bunu da belirtir misin bizlere?

H.A.: Ben Hakan Akkuş. İnşaat mühendisiyim. Türkiye'de birkaç farklı projede çalıştıktan sonra böyle bir fırsat doğdu, burada bir iş başvurusu yapmıştım. HS2 (High Speed 2) diye bir proje var yani bir hızlı tren hattı projesi. Burada inşaat mühendisi olarak çalışıyorum. İki yıldır Birmingham, İngiltere'de hayatımıza devam ediyoruz.

A.T.A.: Senin okul neydi?

H.A.: İTÜ İnşaat Mühendisliği.

A.T.A.: Peki sakatlığın bulunuyor mu?

H.A.: Hayır, bulunmuyor.

A.T.A.: İstanbul'dan, Zeytinburnu'ndan taşındın Birmingham'a, İngiltere'ye. Orada podcast takip ettiğini biliyorum. Türkiye'den podcast’leri izliyorsun, benimle de paylaşıyorsun zaten. Peki, İstanbul'dayken bu podcast takibi var mıydı? Önce onu sorayım. Orada mı başladı ve Açık Radyo'da da aslında birkaç programı, Sakat Muhabbet dışında başka programları da izlediğini biliyorum ki benimle de paylaşıyorsun zaten bunları. Sakat Muhabbet’i konuşacağız ama önce hem bu podcast dinleme İstanbul'da var mıydı, orada mı başladı, hem de Açık Radyo keşfin muhtemelen benimle oldu ama sonrasında nasıl gelişti? 

Açık Radyo ile Giderilen İstanbul Hasreti: Kıyı Köşe İstanbul ile Ahşaptan Betona Mecidiyeden Jetona

H.A.: Sen de biliyorsun abi, malum, zamanımızın büyük bir kısmı yollarda geçiyordu. Özellikle ben evden okula, okuldan eve gittiğim sürede birkaç vesait değiştirirken o zamanlar dergi okumayı tercih ediyordum - daha çok Socrates dergi. Sonra onların podcast yayınlarıyla birlikte podcast ile tanıştım. Fakat öyle çok fazla podcast dinlemiyordum. Ne zaman ki buraya geldim - burada yine bir yolculuk, evden işe, işten eve geçen sürelerde arabada sürekli aynı şarkıları dinlemek bir yerden sonra sıktı, bu da senin aşağı yukarı Sakat Muhabbet’e başladığın döneme tekabül ediyor - podcast dinleme sıklığım arttı ve Sakat Muhabbet de bu programlardan biriydi. 

Sakat Muhabbet’in yanı sıra daha çok spor ağırlıklı içerikler yani çerez diye tabir edebileceğimiz içerikleri de dinliyordum ama Sakat Muhabbet’i biraz daha toplumun içerisinden, biraz daha kişisel gelişim, daha çok farkındalık yaratan bir içerik olarak gördüm. Daha sonrasında bir gün podcast listesinde Sakat Muhabbet’i aratırken - artık yanlışlıkla tıkladım herhalde - orada başka bir Açık Radyo podcastini gördüm ve o da Turgay Tuna'nın yayınladığı Kıyı Köşe İstanbul idi. İki yıldır Sakat Muhabbet’i takip ediyorsam yaklaşık bir yıldır da onu takip ediyorum. Son birkaç aydır da Pınar Erkan'ın Ahşaptan Betona Mecidiyeden Jetona adlı programını dinliyorum. Şu anda anlatırken fark ettim, sanırım biraz inceden bir İstanbul özlemini gideriyorum o programlar ile çünkü birisi eski İstanbul'u anlatıyor, öbürü eski-yeni İstanbul hikayelerini paylaşıyor. 

Evet, sıkı bir Açık Radyo dinleyicisi oldum buraya geldikten sonra. Öncesinde biliyordum, Açık Radyo'nun varlığından haberdardım. Bunun sebebi tabii ki de sensin yani küçük yaşlardan beri çevremde örnek aldığım, bana ilham olan insanlardan biri oldun her zaman. Tabii ki de aramızda geçen diyaloglarda Açık Radyo, Yeşil Gazete, ekolojik yaşam, aktivist oluşun, bu tarz şeylerle hep bir bilgi alışverişinde bulunuyorduk ama daha önce Açık Radyo dinlememiştim. Kısmet buraya geldikten sonrasınaymış, güzel oldu.

A.T.A.: Ben evdeyim, emekliyim ama uzun yol giderken ben de podcast dinliyorum. Liste yapıyorum ve 10 saatlik yol bile çok rahat geçiyor. Mesela sevdiğim program ise arabayı yavaşlatıyorum, hemen varmayayım o bitene kadar diye. Sen de yapar mısın böyle şeyleri?

H.A.: Ben de mesela tam programın çok önemli bir yeri - bugün dinledim bir önceki Sakat Muhabbet bölümünü - tam arabayı park ettim, ineceğim, baktım iki dakikası falan var ve dedim ki oturayım biraz daha içinde, devam etsin, bitireyim, sonra konu askıda kalmasın. O şekilde tamamlayıp indim. Yani varış zamanını tutturamasak da arabada geçiriyoruz o son birkaç dakikayı program bitirmek için.

A.T.A.: Bende de oluyor o. Bu arada Açık Radyo’da iki program dinliyormuşsun. Sen tabi İstanbul'a olan bağımlılığa dair programlar seçmişsin dediğin gibi yani bugünün İstanbul'undan geçmişin İstanbul'una. Aslında belki de İstanbul'a tatile geldiğinde başka bir gözle bakıyorsundur orada öğrendiklerinle, öyle bir payı da vardır kesinlikle.

H.A.: Kesinlikle yani o programlardan edindiğim bilgiler sayesinde ki beni tanıyorsun abi sen de az çok, biraz böyle gereksiz sayılabilecek şeyleri tırnak içinde söylüyorum, ‘meraklıyımdır’. Turgay Tuna'nın programında aslında denizin altında kalan başka bir ada olduğunu öğrendim ya da Pınar Erkan'ın programında o zamanki Avrupa'dan gelen seyyahların, gezginlerin, Osmanlı dönemindeki vatandaşların hayat bakışı ile ilgili farklılıkları çok güzel örneklerle gösterince farklı çıkarımlar elde ettim. İstanbul'a geldiğimde fırsat buldukça bazı tarihi yapıları gözlemlemek de istiyorum. Çok fazla zamanımız olmuyor, malum çok yoğun bir şehir, aileye zaman ayırıyoruz ama mümkün mertebe o eski İstanbul diye gezdiğimiz yerleri daha dikkatli geziyorum bu programlardan sonra.

A.T.A.: Şimdi ortalara bir yere geldik sayılır. Müzik parçası çalıp konuklara soruyorum. Senin var mı bir isteğin, ne dinleyelim?

H.A.: Hazırladım ben şarkımı - biliyorum Sakat Muhabbet’in tam orta noktası. Jeff Beck'ten “Hi Ho Silver Lining’” adlı parçayı çalarsak güzel olur.

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta İngiltere'de Birmingham'da iki yıldır yaşayan amcamın oğlu Hakan Akkuş ile sohbet ediyoruz. Sakat Muhabbet’te bugüne kadar akademisyenleri, aktivistleri, konunun öznelerini konuk aldım ama ben kendi ailemden bireyleri de konuk almayı önemsiyorum. Mart 2023'te 21 Mart Down Sendromu Farkındalık Günü'nde halamın oğlu Mustafa Altunbay’ı konuk almıştım. Mustafa'nın da konuşmaları tanımayanlar için anlaşılmaz olabileceği için de yengesi Nimet Altunbay tercümanımız olmuştu. Ocak ayında da, bu sene başında da Elif Gamze Bozo benim altı bölüm ortak programcım olmuştu ve Elif ile de ilk bölümümüzde kişisel asistanlık konusunu ele almıştık Elif'in kendi kişisel asistanı Roza Hanım ile benim evime her hafta gelen, yemekte ve temizlikte yardım eden Hatice Güven’i konuk almıştım. Onlar da bir pencere açıyor bence sakatlık konusuna çünkü ben sadece akademik, aktivist dilin dışında gündelik dilin de önemli olduğuna inanıyorum. Bu bağlamda da şimdi Hakan Akkuş ile konuşuyoruz. Hakan, sen tabii beni ve Mustafa'yı tanıyorsun sakatlığa dair. İkimiz de büyüğüz senden zaten; sen 89’lusun, Mustafa 83'lü ve ben 73'lüyüm.

H.A.: Abilerim olarak.

A.T.A.: Sen de biliyorsun ama sakatlıkla ilgili İstanbul’da - bizi unut ama - kendi aile hayatında, mahallende, okulunda sakatlarla tanıştın mı, birebir iletişimin oldu mu, sakatlığa dair bakışın nasıldı?

H.A.: Açıkçası ailemde yani birinci derece yakınlarımda, seninle olsun, Mustafa abiyle olsun çok sık zaman geçiriyorduk ve ister istemez bir farkındalık oluşmuştu. Tırnak içinde söylüyorum ‘aslında farkında değildik’, sıradandı bizim için. Tamam koltuk değneği var ama bu hiçbir şeyi değiştirmiyor, bir yerden bir yere yürümemiz gerekiyorsa bu adamda koltuk değneği var, biraz daha yavaş yürüyelim - yok öyle bir şey çünkü aynı şekilde tempo tutturabiliyorduk ya da Mustafa down sendromlu ve bazen söylediklerini anlamak zor oluyordu fakat biz artık onun dilini çözmüştük. Mesela eşimle biz üç yıldır evliyiz ama yaklaşık 11 yıldır birbirimizi tanıyoruz ve kendisi de Mustafa'yı tanıyor uzunca bir süredir. Hatta ona abi diyoruz, bizden büyük çünkü yaş olarak. Hoşuna da gidiyor. Bazen toplum içinde, arkadaşlarımızın yanında değişik, farklı bir şey söylemek istiyoruz, mesela şifreli konuşmak istiyoruz, onun dilini kullandığımız oluyor. Belki kötü bir şey ama o bile Mustafa Abinin dediklerini anladığı için artık zaman içerisinde farklı bir dil konuşuyormuş gibi oluyoruz. 

Bana sorduğun soruda sizi hariç tutmamı istedin ama yani toplum içinde çok fazla sakat görmüyorduk ki biz, Türkiye'de maalesef böyle bir durum var. Buraya geldikten sonra bunun daha çok farkına vardık; burada o kadar çok sakat toplumun içinde ve insanlar onları farklı gözle görmüyorlar ki... Sıradan yani.

A.T.A.: O zaman İngiltere'deki durumu anlat. Mesela ben kendi yaşadığım sitede bir tek ben varım zannediyordum. Deprem oldu ya geçen sene, herkes aşağıya indi ama evlerinde duruyormuş insanlar yani sandalyesinde. Orada nasıl, Birmingham'da nasıl durum?

H.A.: Mesela ben şarkıyı seçtim ya, bu şarkı Aston Villa'nın stadında çalar - özellikle maç öncesi ve galibiyet olursa maç sonrası çalar. Niye onu söylüyorum? Çünkü biz yarın maça gideceğiz.

A.T.A.: Araya gireyim, sana maç sorum var, maç ile ilgili bir şey ise sonraya bırak.

Birmingham’da Sakatlığa Bakış

H.A.: Ona sonra geleyim o zaman. Peki, yani orada çok acayip gözlemlerimiz var, her seferinde şaşırıyoruz. Onun haricinde mesela eşimin burada bazı arkadaşları var, onların çocukları okula gidiyorlar ve onlardan edindiğimiz bilgiye göre mesela otistik çocuklar ile diğer herhangi bir sakatlığı bulunmayan çocuklar aynı sınıfta eğitim görüyorlar ve hiç kimse bu durumu yadırgamıyor. Herhangi bir ayrımcılık olmadığı gibi pozitif ayrımcılık da yok. Bu bence çok güzel bir şey, ‘Ya sakat işte, onu biraz daha gözetelim’ gibi bir durum da yok çünkü o kadar sıradan ki... Yani ‘O insanın tamam bir sakatlığı var ama yapacak bir şey yok’ diyorlar ve sonuçta da bu toplumun bir bireyi ve her şeyi paylaşıyor. Zaten insanlar burada diğer bireylere karşı ayrı bir hoşgörüleri var ve sakatlara karşı belki bir tık daha özverili davranıyorlardır, daha fazlası değil çünkü daha fazlasını karşı taraftakine, sakat olan bireye hissettirirse bu hoş karşılanmaz. 

Başka bir örnek olarak; mesela ben Türkiye'de bir markette tekerlekli sandalyeli bir bireyin tek başına alışveriş yaptığını hiç görmemiştim. Ama burada adam yaşlı, tekerlekli sandalyesi ile o reyonların arasında geziyor, raflardan bir şeyler alıyor, tek başına yapıyor bütün alışverişini. Yani toplumun bir parçası olmak böyle bir şey.

A.T.A.: Alabilsin diye dizayn edilmiş çünkü orası. 

H.A.: Kesinlikle. Ona gelecektim yani sosyal devlet olarak sorumluluklarını yerine getirdikleri için buradaki yetkililer böyle - çevre düzenlemesi olur, bir erişim kolaylığı olur - bunların hepsi standart hale geldiği için hiç bir sorun yaşamadan hayatlarına devam edebiliyor sakatlar. Ben senin programının sıkı bir takipçisi olduğumu söyledim zaten ama bilerek sakat diyorum çünkü bunu sen istiyorsun. Ama şunu da söyleyeceğim, bunun da farkındayım; yani sakat demek aslında onu ayrıştırmıyor, sadece durumun farklılığını dile getiriyor. Yoksa o bizden ayrı biri değil. Bir sakatlığı var o insanın ama bu demek değil ki o toplumun bir parçası olamaz ya da ne bileyim evde kalmalı. Yani mesela Türkiye'de de sakatlara ait otopark yerleri var ama ne kadar kullanılıyor, ne kadar doğru kullanılıyor? Burada mesela ben ilk geldiğimde şunu söylemiştim eşime; ‘Ya bu kadar çok sakat olabilir mi burada?’ Yani belki bu ofansif, kötü algılanabilir bir cümle ama çok net bir şekilde sordum çünkü 100 tane otopark var ise bunun 25 - 30 tanesinde ‘disabled’ yazıyordu ve daha kolay ulaşılabilir yerlerdeydi, çoğu da boştu.

A.T.A.: ‘Disabled’ sakat demek bu arada. Disabled olmayanlar da park edemiyor, cezası da büyük.

H.A.: Kesinlikle park edemiyor. Yani orada mavi bir sticker var sakat bireylerin araçlarına yapıştırması gereken. Tabii bu sadece sticker ile olmuyor; gerekli makamlara, sistemlere kayıtlı olduğu için herhangi bir şekilde görevli o sticker'ı görür. Ne bileyim Türkiye'de her şeyin sahteciliği yapıldığı için örneğin bir numarayı yazar, sonrasında bakacak adam orada yok. Bu arada o ceza da öyle basit, hafife alınacak bir meblağ değil.

Sakat Muhabbet Dinledikten Sonraki Sakatlık Algısı

A.T.A.:Sakat Muhabbet’i dinledikten sonraki Hakan peki ne düşünüyor? Çünkü benim dışımda, Mustafa dışında pek çok sakatlıkla ilgili konuk oldu, 58 bölüm pek çok şey oldu. Peki, neler değişti senin zihninde?

H.A.: Şöyle söyleyeyim ki bir öz eleştiri de olabilir bu, bunu sana birebirde de söylemiştim daha önce, belki hatırlarsın. Mesela aramızda geçen diyaloglarda ‘abi sen sakat mısın’ falan diyordum ben sana, bunun aslında senin hoşuna gitmeyebileceğini bu program sayesinde öğrendim. Sen sakatsın ve sakat olarak toplumdasın – bitti, bu kadar net. Sakat Muhabbet bende bunu değiştirdi. 

Başka verebileceğim bir örnek olarak; sen yine bölümlerinden birinde bunu ifade etmiştin - ilk bölümlerde; Alper Şirvan olması lazım, o konuk olmuştu ve konuşmasını anlamak benim için zorlayıcıydı, üzücüydü. Bunu sana ifade ettiğimde de amacımız zaten bu demiştin. Araba sürerken dinliyordum ve herhangi bir görsel de olmadığı için bir adam konuşamıyor falan diye kötü hissettim ama sonrasında seninle konuştuğumuzda sen bunun amacının bu olduğunu söylediğinde artık sakat bireylerin sakatlığı ne ise - kör olabilir, sağır olabilir ya da başka bir hastalık olabilir - herhangi bir şey düşünmeden, bir bariyer, bir önyargı olmadan onları dinledim programda. Gayet olumlu oldu benim için de.

Galatasaray ve Aston Villa Tribünlerinden Sakat Manzaraları

A.T.A.: Bu arada sporla ilgili soruma da geleyim; ikimiz de sıkı bir spor takipçisiyiz ve sıkı Galatasaraylıyız aynı zamanda. Zaten bizim Akkuş sülalesinde Galatasaray dışında çok azdır herhalde başka takımı tutan, yok bile diyebiliriz yani o kadar az ki yok bile diyebiliriz. Senin bir de Trabzon orijinin var anne tarafından, ‘bordo mavi’ye de yakınsın aslında. Şimdi Birmingham'da da Aston Villa takımı da mı aynı renkteydi, bordo beyaz mıydı?

H.A.: Bordo mavi, evet, aynı renkler.

A.T.A.: Aston Villa maçlarına gidiyorsun - eşim dedin ve Gülnihal’e de bir selam gönderelim buradan - Gülnihal ile gidiyorsun. Türkiye'de, İstanbul’da da maçlara gidiyordun. Oradaki sakatları görüyor muydun? Nasıl gidiyorlardı? Aston Villa stadında, tribünlerinde sakatlar neler yaşıyorlar? Bir anlatsana bize.

H.A.: Benim ilk gittiğim maçlardan bazıları hatta bir çoğu seninleydi. Bir sakatlar tribünü vardı Galatasaray'ın eski Ali Sami Yen Stadı'nda. Seninle birkaç maça gelmiştim orada refakatçi olarak ki aslında çok da ihtiyacın yoktu, beni maça götürmek istemiştin sadece. Onun dışında ben maçlarda sakat çok gördüğümü hatırlamıyorum. Zaten gitmesi de çok zor. Bir Galatasaray taraftarı olarak İstanbul'dayken maçlara metroyla gitmeyi tercih ediyordum. Metronun zaten gidişi, dönüşü bırakın bir sakat bireyi, sağlıklı diyebileceğin, sakatlığı olmayan bir vatandaş için bile çok zorlu şartlarda yapabileceği bir yolculuk. Onun dışında kendi özel arabasıyla gelenler, maddi imkanları daha iyi olanlar vardır, onu bilemem ama.

A.T.A.: Arabası olan da park bulamıyor, dağın başına park ediyor.

H.A.: Aynen öyle. 15 - 20 maça gittik biz yaklaşık ve burada tekerlekli sandalyeli, koltuk değnekli, makineye bağlı, değişik cihazlarla hayata tutunmaya çalışan - gerçekten o rahatsızlığın adını bilmediğim için böyle söylüyorum - her seferinde, her gördüğümde tekrar tekrar şaşırıp, eşimi dürtüp ‘ya inanabiliyor musun böyle bir şeyin olduğuna’ diyorum. O da aynı şekilde şaşkınlığını gizleyemiyor. Tabii insanlara bunu yansıtmıyoruz ama kendi aramızda bizi çok şaşırtıyor çünkü sakat deyince sadece bedensel engelli değil, farklı sakatlıklarla hayatına devam eden genç, yaşlı insanlar da var. Ben her maça gittiğimde en az 10 - 15 tane sakat birey görüyorum ki benim gördüğüm stadın belli bir bölgesi, daha başka tribünlerde de vardır.

A.T.A.: Aslında her yerde var, aslında onlar her yerde var.

H.A.: Sürekli hayatın içindeler ve ne kimseden bir ayrıcalık bekliyorlar, ne de kimse onlara bir ayrıcalık gösteriyor yani sadece sakatlar.

A.T.A.: Yani aslında şaşıran sizsiniz, başka kimse şaşırmıyor.

H.A.: Yani görmedik ki biz Türkiye'de. Dediğin gibi, sen deprem oldu diyorsun, apartman boşaldı, çok sakat varmış. Görmüyoruz ki.... Adamlar dışarı çıkmıyor çünkü, onları da suçlamıyorum, sosyal devlet sorumluluklarını yerine getirmiyor. Belki aileleri çok fazla dışarıya çıkmalarına yardımcı diyeceğim ki bu da hoş olmayacak. Yani onlar alıştırmamış oluyor, bu tamamen kültürel bir mesele, insanların hayata bakış açısı ile ilgili. Burada sakatlık insanların topluma dahil olmasının önünde bir engel değil, her yerde böyle, sadece örnek verdiğim statta değil, her yerde böyle.

A.T.A.: Gece kulüpleri olur, diskolar olur, konserler olur... Say sayabildiğin kadar; hepsine de gidiyorlar. ‘Benim solunum cihazım var, ben evden zor çıkıyorum, maç benim neyime’ demiyor insan. Seviyor ise, yaşamak istiyor ise gidiyor ona. Ben geçen hafta demiştim - iki hafta önce de demiş olabilirim - bir maça gittim, görme engelli birisi vardı yanımda. Çocuğu da tanımıyorum. Polis kızdı ona, dedi ‘Görmüyorsun, ne işin var maçta?’ 90'lı yıllarda oldu bu ama durum hala değişmedi. 

Yeni bir tane video gördüm sosyal medyada; yurt dışında bir deney yapmışlar. Metro girişinde merdivenler var ve bir sandalyede bir kız bekliyor. Kimse yardım etmiyor ona, herkes aşağı iniyor. En son biri soruyor, yardım ediyorlar. Altta yorumlar var; Türkiye'de bu olmaz, yardım ederlerdi. Düşündüm belki o kız birini bekliyor orada, belki aşağı inmeyecek. Türkiye’de olsa, palas pandıras kızı aşağı indirirler, basar giderler. Kız inmeyecek belki de... Bizde sorma da yok ki bunu ben de yaşadım. Mersin'de bir yerdeyiz, ben kamp sandalyesine oturmuşum, ayağa kalkacağım, üç kişi birden saldırdı bana yardım etmek için. Onlara kızdım orada, ‘Sakat bireye sormadan yardım etmeyin’ dedim yani yapmayın bunu. Yardıma ihtiyacın var mı diye sor kardeşim, sor bunu. Yani o insanlar şimdi bir de böyle savunacak kendini, ‘Ya o adam çok iyi bir insandı, onu kırdın, incittin’. Ben bunu trilyon kere yaşamış insanım. 

Hakan Akkuş idi bu hafta konuğum, kendisi amcamın oğlu. Bu arada şunu da söyleyeyim. Hakan'ın babası Cemil Amcam, ben hayatım boyunca hiç hatırlamıyorum benim yanımda sakat, topal diye konuştuğunu. Sakat Muhabbet’ten sonra amcamın da dili değişti, yanımda topal diyor, sakat diyor, o da bir rahatladı, onu da keşfettim ben. Evde konuşuyordur muhtemelen, ben varken konuşmuyordu belki de bozulurum diye.

H.A.: Tabii ki de bu senin karakterinle de ilgili biraz yani ben çok iyi hatırlıyorum,  bilmiyorum hoşuna gidecek mi bunu hatırlamam ama babam mesela kendini sakatlamıştı, düşüp belinde bir rahatsızlık yaşamıştı, çelik korse kullanıyordu ve şöyle bir çıkışta bulunmuştu; ‘Bu korseyi takarsak Alper bile yürür’.

A.T.A.: Bana da demişti, evet.

H.A.: Sen bize geldiğinde bu korseyi denemiştin ve ben o anı hiç unutmuyorum çünkü şahit oldum buna. Bizim evimiz öyle çok büyük değildi, sen bir köşesinden öbürüne doğru yürümeye çalıştın o korseyle. Evet, o seni belki bir anlığına rahatlattı ama sonra oturduğun yerden kalkmakta sıkıntı yaşadın. ‘Teşekkür ederim amca, sakattım şimdi felç oldum’ demiştin. Böyle bir anımız var.

A.T.A.: Cemil Akkuş'a da selam gönderelim buradan.

H.A.: Evet, babama da selamlar gönderelim.

A.T.A.: Bu hafta Hakan Akkuş konuğumuzdu. Amcamın oğlu ama amcamın oğlu olduğu için değil, Birmingham'da iki yıldır yaşadığı için konuk aldım Hakan'ı. Hakan çok sağol konuk olduğun için, son olarak neler söylemek istersin Açık Radyo’da, Sakat Muhabbet’e?

H.A.: Son olarak Sakat Muhabbet bence her seferinde biraz daha üzerine koyarak devam ediyor ve bu şekilde devam etmeni temenni ediyorum abi. Zaten bu şekilde devam edersen o dört sene sonraki hayal 200 küsürlerdeki programı Los Angeles'dan yapacaksın bence. Yani sen yapmaya devam et abi, sen yapmaya devam ettikçe yapıyorsun. Gerçekten çok takdir ediyorum ve hala da ilham kaynağısın. Müthiş, çünkü Sakat Muhabbet’in ilk programlarını hatırladığım zaman her geçen gün üzerine koyuyorsun. Gerçekten başarılar.

A.T.A.: Çok sağol Hakan'cığım. Hakan Akkuş idi bu hafta konuğum. Birmingham'da yaşıyor, inşaat mühendisi kendisi. Kendisiyle İstanbul Zeytinburnu'ndaki gözlemlerini ve İngiltere'deki gözlemlerini konuştuk. Bu hafta destekçimiz ise İdil Yıldırım Arı idi, ona da teşekkür ediyorum ve ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin’ diyorum.

H.A.: Aynen öyle.

A.T.A.: Haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın.